
”Yaşamak güzel şey be!” diyenlere
Unutmak için mi yoksa hatırlamak için mi içersin rakıyı?
Ya da mutluluğa, hüzüne, sevince, kedere…
Hangisine içersin?
Cevabınız ne olursa olsun rakı içmek her duyguya yaraşır… İstersen öl kederinden vur şişenin dibine dağıt efkârını, istersen de bir buse kondur sevdiğinin gözlerinin içine bakarak tokuştur kadehini…
Her durumda yanı başındadır rakı, dert ortağın olur vefalı arkadaştır… Soru sormadan dinler seni iyi ahbap olursun rakıyla yıllar yılı…
Rakı içmenin adabı vardır ama… Evvela kiminle içtiğine bakacaksın sonra da neye içtiğine…
Adabı bilmeyenle içsen keyif vermez bilirsin!
Rakı sofrasında Neşet Baba dinlenir mesela. Ama müzik derdi kapatmamalıdır, sevdanın da üstüne gelmemelidir, kısıktan ses gelmeli sofraya ve mezelerin üstüne üflemeli…
Rakıyla başlarsan rakıyla bitirirsin. Gecesi güzel bitmelidir rakının, yatınca yüzünde bir tebessüm olmalıdır. Her şeye rağmen ” Yaşamak güzel şey be!” diyebilmeli…

………………………………………..
Sevmek neydi ?
Yudumladıkça hatırlarsın maziyi, yad edersin iz bırakanları…
Güzeldir birinin hayatına iz bırakması, ama iz olmasaydı da yanımda, şurada karşımda otursaydı dersin.
Düşünür, düşünür, üzülürsün…
Her şeye rağmen, onca yaşanmışlık, onca zaman üstünden, geçen onca şeye rağmen arayayım dersin, bir sesini duyayım…
Uzaktan da seversin aslında. Sevmek neydi?
Bir karşılık beklemek mi yoksa yalnızca sevmek mi?
Ne güzel anlatmış Cemal Süreya;
‘’Uzaktan seviyorum seni!
Kokunu alamadan,
Boynuna sarılamadan.
Yüzüne dokunamadan.
Sadece seviyorum!
Öyle uzaktan seviyorum seni!
Elini tutmadan.
Yüreğine dokunmadan.
Gözlerinde dalıp dalıp gitmeden.
Şu üç günlük sevdalara inat,
Serserice değil adam gibi seviyorum.
Öyle uzaktan seviyorum seni,
Yanaklarına sızan iki damla yaşını silmeden.
En çılgın kahkahalarına ortak olmadan.
En sevdiğin şarkıyı beraber mırıldanmadan.
Öyle uzaktan seviyorum seni!
Kırmadan,
Dökmeden,
Parçalamadan,
Üzmeden,
Ağlatmadan uzaktan seviyorum.
Öyle uzaktan seviyorum seni;
Sana söylemek istediğim her kelimeyi,
Dilimde parçalayarak seviyorum.
Damla damla dökülürken kelimelerim,
Masum beyaz bir kağıtta seviyorum.”

………………………………………..
Biz Arnavutköy’de bir meyhane
Birbirinden güzel meyhaneler… İstanbul’un kendine has o büyülü havasından mı bilinmez, En iyi meyhaneler hep İstanbul’da sanki… Belki de hep İstanbul’a olan aşktandır bu!
İstanbul bir başka şehir, insanı içine alan, tüm kargaşasına rağmen asla kopamadığın, hele bir de tarihine kaptırdın mı kendini…
Aşk gibidir İstanbul, sinirlenirsin, uzaklaşmak istersin ama kendini uzak tutamazsın istesen de yapamazsın, İstanbul meyhaneleri de en az bu kadar insanı içine alır ve kopamazsınız!
Meyhane için tarih gereklidir, her zaman anılar lazımdır, geçtikçe güzelleşen yıllar lazımdır ve yaşanmışlıklar. Birbirinden farklı hikayeler gizlenmiş olmalıdır o duvarlara, masalara…
Meyhaneyi sevmek gerek, kendini orada tamamlanmış hissedip anı unutmak gerek.
Biz Arnavutköy’de bir meyhane! Sıcak, samimi hikayeler ile dolu evimizde size de eviniz gibi hissettirmek için elimizden geleni yapıyoruz.
En kısa sürede görüşmek dileğiyle!

………………………………………..
Boğaz’a küçük bir gezinti
İstanbul’un insanı büyüleyen bir havası olduğu tartışılamaz ama bazı yerler bir başka özel ve büyülü.
Bunların başında gelenlerden birisi de İstanbul Boğaz’ı…
Boğaz sizi hayattan birkaç dakikalığına uzaklaştırıp, hayaller dünyasına sürükler…
“İstanbul’da, Boğaziçi’nde
Bir garip Orhan Veli’yim
Veli’nin oğluyum
Tarifsiz kederler içinde
Urumelihisarı’na oturmuşum
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum
İstanbul’un mermer taşları
Başıma da konuyor, konuyor aman, martı kuşları…”
Demiş Orhan Veli Kanık.
Mutlu edeceği kadar, kederler içinde şiirlerde yazdırdığı da söylenir.
Biz sizi Arnavutköy’deki penceremizden Boğaz ile buluşturarak farklı hayallere daldıracak ve küçük bir gezintiye çıkaracağız.
En mutlu, en hüzünlü…
Gününüz ne olursa olsun görüşmek dileğiyle!

………………………………………..
Arnavutköy’ün incisi O Maestros
Boğaz’ın incisi her zaman Arnavutköy olarak bilinirken, biz de Yunan ve Türk mutfağını harmanlayarak eşsiz Boğaz manzarası ile Arnavutköy’ün İncisi O Maestros…
Peki Arnavutköy’ün bu insanı içine alan buğulu havasının sebebi ne olabilir?
Biz bu soruya; ‘’ – Şüphesiz tarih! ‘’ demekten başka bir cevap bulamıyoruz.
“Bir Boğaziçi Hikâyesi / Mega Revma’dan Arnavutköy’e“ adlı kitabında Arnavutköy’ü Yunanlı yazar Skarlatos Vizantios; ‘’ 1500 yıl öncesinin tarihinden izler taşıyan Arnavutköy, Avrupa yakasında bulunan en güzel köylerden biri olarak tanınırmış. Rum halkı, lezzetli küçük midyeleri, ahşap evleri, yalıları, ayazma ve kiliseleri, camisi, sahil gazinoları, meyhane ve tavernaları, kokulu çileğiyle ünlüymüş. ‘’ bu şekilde anlatmış.
Hiçbir şey eskisi gibi kalmasa da Boğaz manzarası ile birlikte rakınızı yudumlarken veya Boğaz’a karşı derin bir nefes alıp o tertemiz havanın ve denizin sizi içine almasına mani olamayacağınız kesin…

………………………………………..
İyisi ve kötüsü ile; Tüm gecelere!
Yemek yenilen yer değildir meyhane, anıların yad edildiği, dertlerin tasaların paylaşılarak çoğaldığı, kutlamalar derken, en büyük sorunların çözüme kavuşturulduğu bir dergah…
Adaptan geçiyor ya her mesele;
‘’Adabı vardır rakının.
Önce kiminle içtiğini bileceksin,
sonra kime içtigini.
Değecek mesela içtiğin meseleye.
Ya keyfe içeceksin,
laf getirmeyeceksin kadehindekine.
Çünkü kolay kırılır rakı kadehi.
Bir de masada olmayana,
olsun istediğine içeceksin. ‘’
Sarhoş olmak istersin ve olursun ama bunu zevkle yapmak bir meziyet ister. Sohbetle dolu bir sofrada, tadımlık mezeler ve rakı ile saatlerce sürecek, çakırkeyf ile başlayıp masadan arkadaşlarınız veya sevdiklerinizin omuzlarında gülen yüzler ile kalkabileceğiniz…
İyisi ve kötüsüyle geçirilen tüm gecelerinize!

………………………………………..
Çocukluğun Saflığını Hatırlamaya, Gençliğinin Heyecanını Tekrar Yakalamaya Gidersin…
Çocukluk anıları, gençlik anıları… Hepsi farklı farklı hatıralar bırakmıştır bizde. Uçurtma gördüğümüzde gülümseten, sırtında çanta olan bir öğrenciye baktığımızda lise sıralarına özlem oluşturan anılardır bunlar ve tabi her zaman görüşemesek de gönül bağımız olan dostlarımızla olan anılarımız…
Anlatmaya kalksak en saf gülüşümüze ortak olan, en sevinçli anlarımızda yanımızda olan, aşık olduğumuzda karşımızdakine söyleyemesek de duygumuzu hiç bekletmeden anlattığımız dostumuzla neden görüşemediğimizin bahaneleri vardır. Aramız açıldığından, samimiyetin bozulduğundan değildir bu görüşememe; ilk karşılaşmada, ilk görüşmede her şey kaldığı yerden devam eder. İşte böyle bir dost arar ‘Ne yapıyorsun bu akşam, görüşemiyoruz uzun zamandır’ der, hatıraların canlanır ve ‘Tamam’ der gidersin, tokuşan bardaklarda gülümsemeye gidersin. Eskiyi yad etmeye; çocukluğun saflığını hatırlamaya, gençliğinin heyecanını tekrar yakalamaya gidersin.
Müziklerimiz ve mezelerimizin size eşlik ettiği, anıların canlandığı ve saf tebessümlerin yüzünüze vurduğu böyle günlerde görüşmek üzere…
